Her yer karanlık ve sessizdi. Gözlerini açmak istedi, açamadı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Kapının gıcırdayan sesini duydu. Yavaş ve sakin atılan adımların ona doğru yaklaştığını anladı. Kimsin diye sormak istedi, başaramadı. İlk önce burnuna güzel bir parfüm kokusu geldi. Daha sonra sterilizasyon ve temizlik maddelerinin birbirine karışan kokusunu aldı. Hastane kokusuydu bu. Konuşma sesleri uğultu şeklindeydi, duyduklarını bir türlü anlamıyordu.
Aklı o kokuda kaldı. Neden hastanede olduğunu düşündü. Her şey yavaş yavaş şekil almaya başladı. O mesaj geldi aklına. “Gerçekten benim için ölür müsün?” Cananla mesajlaşıyordu o akşam. Sabaha kadar uyumamıştı. Gerçekten ölümü göze alacak kadar seviyor muydu? İç sesiyle savaşmıştı sabaha kadar. Galip çıkmıştı o savaştan. Ölümü göze alacak kadar seviyordu onu. Saat sabahın altısıydı. İlk önce bir kalem ve kağıt bulup ailesine özür mektubu yazdı. Mektupta Canan’ı sevdiğini uzun uzun yazdı. Helallik istedi.Güneş yeni yeni aydınlatmaya başlamıştı ortalığı. Çatıya çıktı, yaşadığı mahalle küçücüktü. Karşıda bakkalı gördü, gülümsedi. Küçükken çaldığı sakızlar geldi aklına. Çocukluğu garip olsa da iyi geçmişti. Lise yıllarında yediği dayakların haddi hesabı yoktu. Yaşamını baştan sona düşündü. Saatine baktı, saat yedi buçuğa yaklaşıyordu. Kolundan saatini çıkardı yere koydu. Zaman gelmişti artık. Ağır ağır yürümeye başladı. Çatının en ucuna gelince durdu. Korkuyordu, titreyen bacaklarını zar zor hareket ettirebiliyordu. Aşağıya baktı, dönüş yoktu. Kendini boşluğa bıraktı.
Ahmet ölmediğini anladı. Üçüncü kattan düştüğü halde yaşaması mucizeydi. “Neden Allah’ım neden yaşıyorum” diye iç çekti. Tüm bunları düşünürken uykuya daldı.Gözlerini açtığında her yer yine kapkaranlıktı. Birden başucunda tanımadığı o kadını gördü. Ahmet’in kahverengi gözlerine bakıyordu. Ahmet hiç tanımadığı bu güzel kadının kim olduğu bilmiyordu. Çok güzeldi. Bembeyaz elbisesi, uzun düz siyah saçları, yemyeşil olan gözleriyle masallardan kaçmış bir prensesi andırıyordu. Kimsin demek istedi. Lal olmuş ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Kadın eliyle Ahmet’in alnına dokundu. O anda Ahmet’in ruhu huzur bulmaya başlamıştı. Bir kuş gibi hafif hissediyordu kendini. Kadın elini çekti. Ateş kırmızısı dudaklarından o cümle düştü. “Henüz zamanı değil…” Kadın ayağa kalktı. Karanlığa doğru yürümeye başladı, çok geçmeden gözden kayboldu. Ahmet tanımadığı bu kadının kim olduğunu düşünürken tekrar uykuya daldı.
Ahmet gözlerini tekrar karanlığa açtı. Bu sefer daha farklıydı. Ahmet annesinin ağlamaklı olan sesini duydu. “Gözlerini ne zaman açacak” bu sorunun cevabını doktorda bilmiyordu. Sonra annesini teselli eden o sesi duydu. “Yakında uyanacak” bu tanıdık sesin kime ait olduğunu bir türlü bulamıyordu. Birden bu sesin Zeynep’in sesi olduğunu fark etti. Zeynep’in hastanede ne işi vardı. Ahmet herkesin burada olmasını beklerdi ama onun burada olmasını beklemezdi. Ahmet’in annesi “Hep o zilli kız yüzünden” dedi. Canan’dan bahsedildiğini anlayan Ahmet annesine kızdı. “Ah benim aptal yavrum, yarın akşam Canan’ın evlendiğini bilsen onun için intihar eder miydin? Bir aydır buradasın bir kez olsun ziyaretine gelmedi.” Annesinin bu cümlelerini duyan Ahmet yıkıldı. Canı feci şekilde yanıyordu. Ağlayamıyordu bile. Acizdi, çaresizdi. Ahmet yine derin düşüncelere daldı. Zeynep neden buradaydı. Yıllar önce taşınmışlardı. Neden taşındıkları tam bir muamma olmakla birlikte herkesi üzen bir hadiseydi bu. Kimse manav Muammer’in ayrılmasına razı değildi. Yalnız Ahmet bunun nedenini biliyordu. Zeynep ona aşıktı ve bunu Ahmet’e söylemişti. Fakat Ahmet onu reddetmişti. O hep Canan’ı sevmişti…
Zeynep’in aşkı hastalık seviyesindeydi. Zeynep’in babası bunu anladığı zaman tasını tarağını toplayıp gitmeye karar vermişti. Kızı onun her şeyiydi. Gözünü bile kırpmadan bütün düzenini bırakıp gitmişti. Ama Zeynep neden buradaydı. Ahmet artık sesleri daha net algılamaya başladı. Annesinin kızım artık sen git kaç gündür buralarda perişan oldun dediğini duydu. Zeynep ise gitmek istemediğini söyledi. Ah ah şu bizim deli oğlan seni sevseydi ne olurdu diye iç çekti. Zeynep bir an panikleyip lütfen öyle şeyler söyleme Ayşe abla dedi… Kızım o hayırsız bir gün bile Ahmet’i görmeye gelmedi. Siz mahalleye geri döndüğünüzden beri sen her gün buradasın, senin gibi merhametli iyi yürekli birini hangi ana evladına istemez ki dedi. O an Ahmet Zeyneplerin tekrar mahalleye geri döndüğünü anladı. Kafasındaki bütün sorular cevap bulunca yine uykuya daldı…
Ahmet uyandığında tekrar o kadını gördü. Yemyeşil olan gözlerine bakarken alnına dokunan eli hissetti. Ruhu huzur bulmaya başlamış, yavaş yavaş hafifliyordu. Kadın artık hazırsın dedi. Ahmet “Neye hazırım?” diye sordu. Kadın gitmeye dedi.” Nereye” diye sordu Ahmet. Kadın “gidince anlarsın” dedi. Ahmet anlamıştı kadına o soruyu sormadan önce ölümün ona geldiğini. Ahmet can havliyle gitmek istemiyorum diye bağırdı. Kadın döndü ve “neden” diye sordu. Ahmet umulmadık bir cevap verdi. “O gelmiş” dedi. Kadın “O” kim diye sordu. Zeynep gelmiş onu görmek istiyorum dedi Ahmet. Kadın “şu bir aydır yanına gelip sana şiirler okuyan şu sarımtırak mavi gözlü kızdan mı bahsediyorsun” dedi. Ahmet “evet ondan bahsediyorum” dedi. Kadın olmaz gibisinden kafasını salladı. Ahmet “gelmiyorum” dedi. Kadın arkasını döndü ve hızlı hızlı adımlarla Ahmet’in yanına geldi. Elini Ahmet’in göğsüne doğru bastırmaya nefes başladı. Ahmet nefes alamaz hale geldi. Yavaşça kendinden geçmeye başladı. Artık öldüğünü düşünen Ahmet’in kulağında o cümle yankı bulmaya başladı.” Bu son şansın…”
Ahmet gözünü açtığında ilk annesini gördü. Heyecandan ne yapacağını bilemeyen kadın gözünü açtı diye haykırmaya başladı. Ne olduğunu anlamak için hemşirelerde odaya doluştular. Ahmet’in gözlerini açtığını gören hemşireler doktora haber verdiler. Doktorda koşup gelmişti hemen. Ahmet’in tamamen uyanıp uyanmadığını anlamak için birkaç soru sordu. Ahmet sorulan sorulara düzgün cevap veriyordu. Doktor Ahmet’in tam anlamıyla kendine geldiğine kanaat verdiğinde Ahmet’in annesi hıçkıra hıçkır ağlıyordu. Ahmet ağlama anne lütfen dedi. Doktor odadan çıktığı zaman “Çok utanıyorum anne” dedi Ahmet. “Neden oğlum?” diye sordu Ahmet’in annesi. “Beni hiç sevmeyen biri için canıma kıymak istedim. Millet benim hakkımda ne düşünür ne söyler” dedi Ahmet. “Kimse bilmiyor oğlum kimse bilmiyor senin neden intihar ettiğini” dedi annesi. Ahmet şaşkın bir ses tonuyla “Mektubu okumadınız mı anne” dedi. “Okuduk oğlum ama ne baban nede ben kimseye bu mektuptan bahsetmedik. Bir tek o zilli Canan biliyordur biliyorsa” dedi. Ahmet biraz olsun rahatlamıştı. Gerçekten de yaptığı şeyden pişmanlık duyuyordu. Neden kendisini hiç sevmeyen biri için intihar etmeyi düşünmüştü. Keşke annemin dediği gibi Zeynep’i sevseydim dedi. O an doktor içeri girdi. Yarın taburcu olabilirsiniz dedi. Ahmet ertesi gün taburcu olmuştu. Her yeri alçı içindeydi. Beş altı ay sonra bütün bu alçılardan kurtuldu. Aksayan sol bacağını saymazsa her şey eskisi gibiydi. O günü, bir ay öncesini düşünmeye başladı. Halbuki onu çok sevdiğini söylemişti Ahmet. Zeynep çok geç olduğunu ve asla eskisi gibi onu sevemeyeceğini söyleyerek Ahmet’i reddetmişti. Ahmet yine çatıya çıkmıştı ama bu sefer intihar etmek niyetinde değildi. İçinden mırıldandı. “Şimdi hazırım yeşil gözlüm şimdi hazırım…”